​SAMİ ALTINKAYA;''PARAYI E TİCARET YAPANLAR KAZANACAK''

Murat Gürsoy ile Karadeniz Sohbetleri’nde bu hafta içimizden birini, gazetemizin köşe yazarlarından “usta” ekonomi gazetecisi Sami Altınkaya’yı konuk ettik.

info@karadenizekonomi.com / 31.01.2019

​SAMİ ALTINKAYA;''PARAYI  E TİCARET  YAPANLAR  KAZANACAK''

“Parayı e-ticaretle uğraşanlar alacak artık. Bizim e- ticaretle, e-ihracatla uğraşmamızın nedeni de budur. Malımızı değerinde satalım, ürettiğimiz malı biraz da işleyelim, bir şeyleri katma değerli hale getirelim ve yurtdışına biz gönderelim. Kendi mallarımızı kendi sitemizde satalım. Türkiye’nin kendi pazarı olsun. Ordu pazarı, Giresun, Trabzon veya Rize pazarı olsun. Herkes kendi ürününü kendi pazarında dünyaya satsın. Sonra bunların hepsi Türkiye pazarı olsun.”

 Kendisiyle gelenekselden uzaklaşan dünya ticaret sistemine ilişkin keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Dijitalleşmeye giden dünyada, e-ticaret ve e-ihracatı konunun uzmanı Altınkaya’ya sorduk. İşte aldığımız cevaplar…

-Ülkemizin gelişim ve değişim sürecini en iyi gözlemleyen isimlerden birisiniz. Son yıllarda farklı bir ticaret anlayışının varlığından rahatlıkla söz edebiliriz. Ticaret, nereden nereye evriliyor sizce?

-25 yıldır Türkiye’nin bütün şehirlerini dolaşıyorum. 25 yıl önceki ve bugünkü haline baktığım zaman şehircilik anlamında çok ciddi yatırımlar yapıldığını gördüm. Makineleşme ve otomasyon sürecinde yapılan ciddi yatırımlar gördüm. Şimdi ise bambaşka bir sürece evriliyoruz. Bu döneme dijitalleşme ya da e-ticaret adını verebiliriz.

-Biz bu değişimi ne zaman fark ettik?

-Burada işaret fişeğini yakan isim bence Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’dur. “Anadolu’yu dolaşın 81 ilde 81 e-ticaret ve e-ihracat seferberliği başlatalım” sözleriyle başlayan bir seferberlik ateşiydi bu. Seferberlik deyince akan sular duruyor. Çünkü orada milli duygular çok ön plana geçiyor. Anadolu KOBİ’lerini dijitalleştirelim. Bunları e-ticaret ve e-ihracat yapabilecek duruma getirelim.

-Bu değişim bize ne sağlayacak?

-Çünkü biz üretebiliyoruz. Bu noktada bir sorunumuz yok. Asıl sorunumuz üretim aşamasından sonra başlıyor. Öncelikle ürettiğimizi katma değerli satamıyoruz. Diğer sorunumuz da ürettiğimiz malı değerinden satamıyoruz. Katma değerli satmak şu; fındığı ürün değerinden satmak değil çikolata olarak satacaksınız, şekerleme olarak satacaksınız. Ya da mermeri blok halinde değil işlenmiş olarak satacaksınız. Bu katma değerli üretim anlamına geliyor.

-Değerinden satamama nedenimiz nedir peki?

-Değerinde satmaktan kastettiğimiz şu ki; 10 lira olan malınızı üzerine kârınızı da koyup 15 liraya satabiliyorsanız kazanıyorsunuz demektir. Ama biz bu fiyata satamıyoruz.

-Sanırım bu noktada çok farklı handikaplarımız var…

- Olmaz mı..? Çünkü rekabette maliyetlerimiz oldukça yüksek. O nedenle değerinde satamıyoruz. İhraç ederken gümrük vergileriyle karşılaşıyoruz, masraflarla karşılaşıyoruz.

-Bu noktada dijitalleşmenin avantajları mı ortaya çıkıyor?

-Bugün için artık malınızı değerinden satmanın tek yolu e-ihracattan geçiyor. Çünkü ihracat yaparken 100 bin adet havlu üretiyorsunuz ve o kadar havluyu bir tek adama satıyorsunuz. O kadar havluyu bir adama satıyorsanız ülkede bir kriz çıktığında malınızın parasını tahsil etmekte zorlanacağınız bellidir. Biz diyoruz ki 100 bin adet havluyu, 100 bin ayrı adama bir kerede sat parasını da peşin al. Buna kimsenin itirazı olamaz. İşte e-ticaret bu. Parayı kesintisiz olarak almak ya da malını değerinden satmak budur. Biz bunu aştığımız zaman sorun kalmıyor.

-E-ticarette örnek ülke hangisidir sizce?

-Çin bugün böyle yapıyor. Nasıl yapıyor? Dünyaca ünlü tedarikçi Alibaba ile Çin’in PTT’si China Post arasındaki ilişkiyi örnek verebilirim. Alibaba Alibaba oluncaya kadar China Post, tedarikçi firmadan ihraç ettiği ürünler için hiçbir ücret almadı. Bunu biz de yapabiliriz. Ülkemizin ürünlerini değerinden satabilmek için Türkiye’nin PTT’si bu anlamda kullanılmalı ve lojistik maliyetler sıfırlanmalıdır. O zaman biz fındığımızı, halımızı ya da ayakkabımızı yani bütün yöresel ürünlerimizi bütün dünyaya satabiliriz. MDF’yi de dünyaya satabiliriz. Çinliler Alibaba ile bu hikayeyi yazdılar. Amerikalılar da Amazon ile başardılar. Biz neden yazmayalım? Bizim neden kendi Alibaba’mız ve Amazon’umuz olmasın?

-Aslında dünyaya satacak ne çok malımız var değil mi?

-168 milyar dolarlık geleneksel ihracat rakamını yabana atmıyorum. Biraz işin matematiğini yapacak olursak, bu büyüme oranlarıyla 2023 yılında en fazla 250 milyar doları bulabiliriz. Oysa hedefimiz 500 milyar dolar. Yapacağımız şey ne? E-ihracat yapacağız. Çin, toplam 2.3 trilyon dolar ihracatının yüzde 23’ünü e-ihracatla yapıyor. Biz de ihracatımızın önemli bir bölümünü e-ihracatla yaparsak ki; Çin’in “Dünya Bekarlar Günü’nde ya da alışveriş gününde bir günde veya bir saatte yaptığı ihracat, bizim bir yıllık ihracatımız gibi düşünün. Alacağımız çok yol var. Biz bunu yaparsak 500 milyar doların daha üstünü konuşuruz. Bizim buna ihtiyacımız var ve bu heyecanla ortaya çıktık.

-Yani, iktisat okullarında 25 yıl önce öğretilenler önemini yitirdi mi diyorsunuz?

-Şimdi alın teri dönemi bitti akıl teri dönemi başladı. Artık aklımızı çalıştıracağız. Bilek gücü ile yaptığımız işleri robotlar yapıyor. Şimdi sıra üretimin dijitalleşmesine geldi. Buna da endüstri 4.0 diyoruz.

-Asıl hikaye ne zaman başladı peki?

-11 yıl geriye gidelim. 2008 yılında ABD’de yaşanan “mortgage” krizini hatırlayın. Dönemin ABD başkanı oğul Bush’tur. Amerikan Merkez Bankası başkanı ise Bernanke. FED başkanı Bernanke’nin sürekli olarak “kriz geliyor, para basalım” telkinleri ile basılan dolarlar tüm dünyaya yayıldı. İşte bu paralar Güney Kore ve Japonya’ya gitti. Teknolojiye yatırım yaptılar. Bu para Avrupa’ya da gitti. Avrupalı baktı ki üretim Çin’e kayıyor biz ne yapmamız lazım üretim ne için Çin’e kayıyor? sorularına cevap aradı. Çünkü Çin’de işçilik maliyeti ucuz. Avrupa daha pahalı. Avrupa fabrikalarını Çin’e taşıdı. Çin’de ürettiler Avrupa’ya sattılar. Bir süre sonra Avrupalı bu çok tehlikeli durumun farkına vardı. Ben Çin’in ucuz insan gücünün yanına yerine bir şey koymam lazım diye kafa yordu. İşte o zaman insanın yerine robotu koyma fikri gelişti. Bunun adı da endüstri 4.0 oldu. Almanya ve Kuzey Avrupa ülkeleri teknolojiye yatırım yaptı. Yunanlılar, İspanyollar, Portekizler Amerika’dan dünyaya verilen bu rüşveti yedi ve Almanya Başbakanı da bunu göremedi ve Güney Akdeniz ülkeleri, Avrupa Birliği ülkeleri iflas etti.

-Onlar ya kafa yorarken ya da uyurken biz ne yaptık peki?

-Betona yatırım yaptık. Şimdi şurada şöyle bir eleştiri geliyor. Türkiye dünyadaki bütün fonları paraları betona yatırdı. Bu yanlış değil. Ama tespiti doğru yapmak gerekiyor. Türkiye’nin her yıl 650 bin konuta ihtiyacı var. Konut yaptığınızda beraberinde 330 kalem sektör var. Fayansçı, muslukçu, armatör, parkeci, kapıcı, doğramacı o kadar çok sektör var ki... Bunların hepsi üretim yapıyor ve inşaat sektöründe bu ürettiklerini satacaklar. İnşaat yapmak yanlış değil ama biz 100 liraya mal ettiğimiz konutu bin liraya satmaya kalktık. Yani malın değeriyle fiyatı arasında çok fazla uçurum olursa orada sıkıntı yaşarsınız. Öyle de oldu. Bir grup evi aldı belki ama kalan büyük grup oralı bile olmadı. Sonra TOKİ devreye girdi, emlak konut devreye girdi. Yine yüksek fiyatlarda konutlar piyasaya sunuldu. Oysa, malın yani evin ya da ürünün değeriyle arasındaki makası biraz daraltsaydık, herkesin inşaat sektörüne girmesini engelleseydik bunlar yaşanmazdı. Başta inşaatta yaşadık bu krizi. Fabrikalar şu anda üretimde ciddi sıkıntılar yaşıyorlar. Elbette betona da ihtiyacımız var ama Türkiye’nin teknoloji yatırımına da ihtiyacı var. Türkiye ne yaptı? Niyet çok iyi, buna eminim. Bilim ve Sanayi Bakanlarımızla görüştüğümde hepsi emin olun Türkiye’nin teknoloji yatırımını nasıl yapması gerektiğini çok iyi biliyorlar. Aynı dili konuşuyoruz onlarla. Ama icraata geldiğiniz zaman orada sıkıntı yaşıyorsunuz. 500 büyük sanayi kuruluşu içerisinde yüksek teknoloji kullanan şirket sayısı kaç tane biliyor musunuz? 12 tane. Şimdi teknolojiyi üretmezseniz malınızı değerinde satamazsınız. Ne demek yüksek teknoloji üretmek? Araba mı yaptın arabanın altına ayağını koyuyorsun araba açılıyor. Yeni teknoloji budur. Arabaya anahtar sokmadan kapısı dokunmatik açılıyor. Avrupa bunu yapmaya başladı.

-Peki; dünya dijitalleşirken biz neredeyiz?

-Türkiye dijitalleşebilir mi? Yapabiliriz ama bu dijitalleşme arayışlarında devletin üst yönetimiyle bürokratik yapı arasında ciddi bir sorun var. Şimdi iş dünyası dijitalleşmek istiyor, KOBİ’ler dijitalleşmek istiyor, devletin üst kademeleri bunu istiyor. Aradaki duvar bunu engelliyor. Ege İhracatçı Birliği Başkanı Sabri Ünlütürk, iyi bir tekstilcidir. Üretimi dijitalleştirmek için yanında 20’ye yakın yazılımcı çalıştırmaya başladı. Şu anda Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ne satıyor biliyor musunuz? Tankların üzerine örttükleri kamuflaj ve brandalar onun fabrikasında üretiliyor. Ama sıradan bir ürün değil yaptığı, farklı bir özelliği var. Karşı taraftaki düşman bunu algılayamıyor.

-Burada teknoloji devreye giriyor…

- Katma değer dediğimiz tam da bu işte. Şimdi bunu yaptığınız zaman ne oluyor? Malı değerinde satıyorsunuz. Artı katma değerli satıyorsunuz. Sanayiden tarıma kadar olan yelpazede dijitalleşme hikayesini gerçekleştirmeye çalışan çok sayıda firma var. Ama burada bizim bir başka sorunumuz var. Biz insanın yerine robot koyarsak insanlarımız ne yapacak? Markete giriyorsunuz, telefonunuza barkodu okutuyorsunuz. Raflardan malları alıyorsunuz sepete koydukça kredi kartınızdan düşüyor ve çıkıp gidiyorsunuz marketten. Gişede bekleme yok, kasada bekleme yok, içeride herhangi bir market çalışanı yok.

-Özetle para e-ticarette diyorsunuz. Doğru mu anladım?

Parayı e-ticaretle uğraşanlar alacak artık. Bizim e- ticaretle, e-ihracatla uğraşmamızın nedeni de budur. Malımızı değerinde satalım, ürettiğimiz malı biraz da işleyelim, bir şeyleri katma değerli hale getirelim ve yurtdışına biz gönderelim. Kendi mallarımızı kendi sitemizde satalım. Türkiye’nin kendi pazarı olsun. Ordu pazarı, Giresun, Trabzon veya Rize pazarı olsun. Herkes kendi ürününü kendi pazarında dünyaya satsın. Sonra bunların hepsi Türkiye pazarı olsun. Olamaz mı? Amerika’da böyle üretim yok. Amazon ve Alibaba’nın sattığı ürünleri birçoğu Türkiye’den gidiyor. Alibaba’dan aldığınız bornoz aslında Türkiye’de üretiliyor. Örneğin; oyun yazalım. Oyun indiriyorlar, oyun 1 dolar. Babacım 1 dolar benden kıymetli mi? Yok diyorsun yavrum al o 1 dolar Finlandiya’ya gidiyor. Dünyada binlerce çocuğun oyun indirdiğini düşünün telefonuna. 1 milyon, 2 milyon, 3 milyon dolar Finlandiya şirketine gidiyor. Türkiye’nin 3-4 tane sanayi kuruluşunun toplam değerinin 6 milyar dolar ettiğini bunun yanı sıra Türkiye’nin en büyük teknoloji şirketi Turkcell’in piyasa değerinin tek başına 10 milyar dolar olduğunu ve yine ülkemizin en büyük gruplarından Koç Holding’in piyasa değerinin 13 buçuk milyar dolar olduğunu biliyoruz. Topladığınız zaman 30 milyar dolar diyelim. Sadece Uber’in piyasa değeri 120 milyar dolar.

-Yani dünya bambaşka şeyleri mi konuşuyor?

-Gerçek bu. Bakın, tarım alanlarımız azaldı diyoruz. Bunlar artık sorun değil ki. Dikine tarım uygulamaları yapılıyor çünkü. 10 katlı tarlalarda yapılıyor. Toprak kumaşı üretiliyor. 10 dönümlük arazide 100 dönümlük ürün alabileceğiniz bir sistem kurabiliyorsunuz. Çok katlı tarımdan bahsediyorum. Topraksız tarım yapılıyor. Kendi ürününü teknoloji ile doğru zamanda doğru yerde üretiyor. Bunlar planlı, doğru ve kontrollü yapılan şeyler. Norveçliler yerin 135 metre altına “kıyamet deposu” yaptı. 2 bin tane bitkinin tohumunu orada saklıyor. Onlar mı saf yoksa biz mi çok akıllıyız? Bir şey yapmak gerekiyor.

-Teşekkür ederiz Sami Bey..

Kapat
× Anasayfa Abone ol Tüm haberler Ekonomi Bölgesel Şirketler Gündem Belediye Sektörler Politika e-Dergi e-Gazete Web TV Künye Karadeniz sohbetleri Yazarlar