Çakmak;''İsraf ekonomisinden vazgeçelim''

Murat Gürsoy ile Karadeniz Sohbetleri’nin bu haftaki konuğu Turan Seramik Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Burhan Çakmak.

info@karadenizekonomi.com / 9.01.2019

Çakmak;''İsraf ekonomisinden vazgeçelim''

“Çaresiz hiçbir şey yoktur. Öncelikle şu israf ekonomisinden vazgeçelim diyoruz. Sizin bana tasarruf edin demeniz için benim sizin tasarruf ettiğinizi görmem lazım. Eğer siz devlet olarak tasarrufa önem vermemişseniz, tasarruf yetkinizi bize hissettirmemişseniz bunu görmemişsek halk nasıl tasarruf etsin?”

 Sohbetimizde, bugün için bir marka olduğu konusunda hemen herkesin görüş birliğine vardığı Turan Seramik’in zaman içindeki gelişimini, bugününü ve yarına ilişkin projeksiyonlarını anlatan Çakmak aynı zamanda il ve ülke ekonomisine ilişkin öngörülerini de yansıttı.

-Ordu’nun ve hatta ülkemizin önde gelen markalarından birinin başındasınız. Firma olarak katettiğiniz mesafeyi sorarak başlamak isteriz sohbetimize…

-1990 yılından beri vitrifiye seramik konusunda çalışmakta olan Turan Seramik, yıllar itibariyle devamlı gelişme ve yenilik peşinde koşmayı ilke edinmiştir. Tabi daha öncesi de var. 1976 yılında kardeşim Turan Çakmak ile Ordu’da yapı malzemeleri satıcılığıyla iş hayatına başladık. 1987 yılında Türkiye’nin ilklerinden olan Turan Seramik A.Ş. yi kurduk. Üç yıllık AR-GE ve yatırım çalışmaları sonucu 1990 yılında fiili üretime başlamıştır. Üretimimiz TS EN ve CE Standartları kapsamında 15 bin metrekare kapalı alanda 300 çalışanı ile devam etmektedir.

-Yarattığınız marka sizi zamanla başka noktalara taşıdı. Bunda kapasitenizin de payı da büyük olsa gerek.

-Bugün için baktığımızda aylık 75 bin adet üretim kapasitesine sahibiz. Turavit markası altında modern tesislerimizde uzman kadromuzla üretim yapıp iç ve dış pazarlarda pozisyon almayı amaçladık. Yurt içi ve yurt dışı operasyonlarımız var.

-Genel olarak kötü bir yılı geride bıraktık. Ve sektör içinde de olumsuzlukların yaşandığı bir dönem oldu. İç pazarda beklentinize cevap alabildiniz mi?

-Yurtiçinde sektör tam rekabet arasında çalıştığı için çok fazla yüz güldüren bir tarafı yok. Yurtdışında daha iyi hissediyoruz kendimizi. O nedenle dış pazara ağırlık veriyoruz doğrusu. 2019 yılı itibariyle yurtdışına yeni açılımlar bekliyoruz. Özellikle fuar izlenimlerimizi görmek istiyoruz. Şubat ayında TÜYAP’ta fuarımız olacak. Tabi bu konuda işin uzmanı profesyonellerle çalışmak çok önemlidir. Dış ticaret konusunda deneyimli profesyonellerimiz var. Zamanla bünyemizde sayıyı daha da artıracağız ki; Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu durumdan daha az hasarla çıkması için yurtdışına ağırlık vermemiz gerekiyor.

-AR-GE’ye ve inovasyona çok önem verdiğiniz belli. İstihdam kapasiteniz nedir?

-Turan Seramik olarak 300’ün üzerinde istihdam sayımız var. Ancak, ekonomimizin bugün içinde bulunduğu daralmayı göz önüne alacak olursak istemesek de aynı daralmadan nasibimizi alacağımızı öngörüyorum. 2019 ile ilgili istihdam ve üretimde daralma olacak. Çünkü talepte bir daralma var.

-Sektörde kötü gidişin izlerini hissediyorsunuz. Doğru mu anladım?

-İnşaat sektöründe taş taş üstüne koyan yok. Genele baktığınızda pek çok sektörde benzer durum söz konusu. Ancak inşaat sektörü tamamen uykuya yatmış durumda. Bu türbülansın geçmesini bekliyoruz. O süre içerisinde biz gerekli tedbirleri kendi içimizde alacağız.

-Sorunu nerede görüyorsunuz ve ne gibi tedbirler alıyorsunuz?

- Hem yurtiçinde hem yurtdışında rekabetçi kurumları yavaş yavaş kaybediyoruz. Maliyetlerimiz ciddi oranda arttı. Özellikle doğalgaz ve elektriğe gelen yüklü zamlar… Yılbaşında asgari ücret yüzde 26 oranında fazladan bir yük daha getirecek. Zaten talep yok, piyasa durma noktasında. Bir de bu yeni maliyetleri üzerine koyduğunuz zaman piyasaya dönmenizde bir takım zorluklar ortaya gelecek. Bunu görüyoruz ve tedbirlerimizi kendi ölçümüzde almaya çalışıyoruz. Bakın, ülkemizde 7 milyon asgari ücretli var. Genelde iş dünyasından şöyle bir talepte var. 7 milyon asgari ücretten devlet vergi almasın. Bu şekilde 7 milyon asgari ücretli de rahatlasın. İşveren zaten üzerine düşeni yapıyor. Burada zaten ne yapılıyorsa işveren verecek bu parayı.

-Asgari ücretten vergi almaması yönünde belli ki siz de benzer düşüncelere sahipsiniz…

-Siyasi iktidarlar yıllık topladıkları gelirleri kendi önceliklerine göre harcama talebine dönüştürüyorlar. Dolayısıyla asgari ücrette çalışanın durumunu birinci derecede gözetmeleri ve ona göre tahsilat yaratmaları zorunlu gözüküyor. Çünkü asgari ücret günümüz koşullarında gerçekten çok düşük. Bana sorarsanız 2 bin lira da yetmez. Çünkü çalışan adam evine ekmek götürecek. Bakınız çarşı pazar eskisi gibi değil. Eskiden 100 liraya tamamlanan alışverişler şimdi 150 ya da 200 liralara çıktı. Bu en dar gelirli açısından önemli bir program. Eğer bir insan sadece yiyeceğini, içeceğini karşılamak için çalışıyorsa sıkıntıdır. Husumeti gidermek bizim işimiz değil iktidarın işi. İktidarda bunu dikkate alacak herhalde.

-Genel ekonomiden yerel ekonomiye geçtiğimiz tabloyu nasıl görüyorsunuz? Sizce bölge ekonomisinin şu anda içinde bulunduğu durum nedir?

- Ben meseleye daha çok makro açısından, ülke açısından bakmak istiyorum. Bölgemizde alınmayan önlemler ve tedbirler çerçevesinde sıkıntılar hep ön plana çıkıyordu. Ordu’da bir takım şeyleri mevcut koşullarda eleştirebilirsiniz. Bir takım strateji hataları yapılmış olabilir. Bunları söyleyerek şu anda tamamen zaman kaybettirir. Hızla israf ekonomisinden kurtulmamız lazım. Ticari açık sorununu mutlak süratte çözmemiz lazım. Çaresiz hiçbir şey yoktur. Öncelikle şu israf ekonomisinden vazgeçelim diyoruz. Sizin bana tasarruf edin demeniz için benim sizin tasarruf ettiğinizi görmem lazım. Eğer siz devlet olarak tasarrufa önem vermemişseniz, tasarruf yetkinizi bize hissettirmemişseniz bunu görmemişsek halk nasıl tasarruf etsin?

-Peki nasıl çözeceğiz, durduk yerde çözülür mü?

-Çözülür. Bizim iktidara tavsiyemiz kesinlikle şudur ki; ithal ettiğimiz ara malların üretimini yapılabildiği kadar ülkede üretimini sağlayacak önlemler alınsın. Biz ticari açık vermezsek dövize ihtiyacımız kalmaz. Ekonominin türbülansında kalmasının tek nedeni dövizdeki dalgalanmadır. Bu dalgalanma herkesin hesabını şaşırmıştır ve geçici olarak da olsa bilançolar zarar yazmaya başlamıştır. Yani bir reel sektör sıkıntısıdır. Hükümetin şunu görmesi lazım bu ülkede herkes çalıştığı kazandığı ve elde ettiğinden fazlasını harcıyor. Bu kadar borç niye oldu? Yatırım yapıyorsunuz borçla, aile harcaması da buna dahildir. Bakın özel tüketim borçlarımız, kredi borçlarımız düne göre bugün çok fazla. İnsanlar yarınını bugünden harcamaya başlamış, yarınını bugünden tüketmeye başlamış. Eğer bu sistem bu model değiştirilmezse gün gelecek borçlarını hiç kimse ödeyemeyecek hale gelecek. Döviz geliri olmayan şirketlerin hali çok kötü. Bunların altından çıkmaları mümkün değil ve özellikle 2019’ un yaz aylarında her köşe başında şirket zaafını almayı planlayan bir sürü alıcı çıkacak ortaya. Türkiye’ye bir şey olmayacak ama şirketler el değiştirecek. Biz servetlerimizin yüzde 30’unu kaybettik. Bu daralmada 2019’un ikinci yarısına kadar ilk iki çeyreğine kadar sürecek. Eğer doğru düzgün tedbirler alınmazsa bu çok daha fazla uzun sürebilir.

-2001 krizinden farklı bir kriz mi yaşıyoruz?

-Bakın 2001 krizi hazine kaynaklıydı. Hazine merkezli bir krizdi. Bedelini hazine ödedi ama sonuçta bedeli halk ödemiş oldu. Bu kriz özel sektör krizidir. Reel sektör krizidir, buna aile ekonomisi de dahildir. 2001 ‘de hazine açık verirken özel sektörün fazlası vardı. Bugün özel sektör çok eksiye düştü. Bilançoları bozuldu çok fazla borçlandı. Özel sektörün bütün hesapları altüst oldu. İnşallah ülkemize büyük zararlar vermeden bunun üstünden geliriz. Düzgün iş yapan firmalar da etkilendi. Piyasada talep azaldı üreticiler için. Talep daralması istihdam da ister istemez daralmayı gündeme getiriyor. Biz satış oranlarımızın Kasım ayında yüzde 25 küçüldüğünü gördük. Bu Aralık ayında da devam etti, belki Ocak ayında daha fazla olacak. O zaman biz tükettiğimiz kadar üretmenin yolunu arayacağız. Buda istihdamı ister istemez etkileyecek.

-Siz üretim diyorsunuz. Bunun yolu da OSB’lerden geçiyor. Bu konuda neler söylersiniz?

-Programa alınmış üç yeni Organize Sanayi arayışımız var. Bunların kamulaştırılması çok büyük bir para değil. Toplamda 110 milyon lira. Buraları orta ölçekli işletmelerle artırmadığınız sürece bu bölgedeki işsizliği bitiremezsiniz. Şuan da binin üzerinde kamu yararına çalışan insan var. Bu insanları hükümet hiç ihtiyaç olmadığı halde sen çöp topla, sen şunu yap diye gerekli, gereksiz her işte kullanıyorlar. Yarını olmayan 6-7 aylık işler. Çözüm bu değil. Topluma balık yedirerek ülkeyi yönetemezsiniz. Mutlaka toplum balık tutmayı öğrenmelidir.

-Üretime geçmemiz lazım diyorsunuz…

-Evet… kesinlikle ve sadece üretim. Üretim ekonomi modelini değiştirmemiz lazım. Dışardan borçlanarak büyüme modeli olmaz. Bu da bizim zaten cari açıktan bir an önce kurtulmamız gerektiğini anlatıyor. Cari açıktan kurtulmak için üretim ekonomisine geçmek, dışa bağımlılığı azaltmak ve o ara malların ülkemizde üretilmesini sağlamak lazım. Dışarıdan değil içeriden kaynak yaratmamız lazım.

-Son dönemde sıkça duyduğumuz konkordato kavramını da anlattıklarınızın sonucu gibi mi algılamamız gerekiyor?

Özellikle bankalarla iş dünyasının karşı karşıya gelmesi ile böyle bir modele geçildi. En son rakamlara baktığımızda Türkiye’nin çok güzide kuruluşları ve üretici firmaları var bu talebi kullanan. Tabi bunlar bizi üzüyor. Ülke ekonomisi bir dalgalanmadan geçiyor. Yani reel sektörün içinde bulunduğu sıkıntıyı gösteriyor. Hiç kimse durduk yere olduğu yerde konkordato ilan etmez. Bu konkordato ilan eden şirket sayısının artacağından endişe edildiği için bir takım kısıtlamalar getirildi biliyorsunuz. Ayrıca, konkordato ilan etmeniz sorunu çözmüyor. İki üç aylık bir süre veriyorlar. Bu süre içerisinde komiser atanıyor. Bu ekip sizin borçları ödeyip ödeyemeyeceğine bakıyor, mali bir analizinizi yapıyor. Eğer mali analiziniz borçların altından çıkamayacağınızı gösteriyorsa mahkemeye diyor ki bu şirket bu borçların altından çıkamayacak. İşte o zaman mahkeme iflas kararı veriyor.

-Siz duayen bir sanayicisiniz. Bu deneyimler ışığında iş dünyası-banka ilişkilerini nasıl görüyorsunuz?

- Bankalarımız çok sağlam. Ortalama rasyoları 18.2. İstenen asgari oransa 8 olmakla birlikte bankalar çok temkinli oldukları için çok daha sağlamcılar. Ancak eğer reel sektördeki sorunlar, bankalara yığın şeklinde geri dönerse bankalar da zora girer. Bazı bankalar sermaye artırma kararı aldılar. Çünkü sorunlu krediler var. Bunların geri dönmeyeceği görülüyor. Bankacılık sektöründeki zorunlu kredilerin oranı yüzde 3,5 civarında deniyor ama bankacılık sektöründeki zorunlu krediler bundan sonra bir miktar artabilir.

-Bu krizi diğer krizlerden ayıran özellik nedir?

-Türkiye yakın tarihte üç önemli kriz atlattı. Birisi 1994 krizi. O kriz hazine kaynaklı Merkez Bankası kaynaklı bir krizdi. 2001 krizi de bankaların krizidir. Bankaların ekonomide yarattığı krizdir. Bu son kriz ise reel sektör krizi ve ikisinden daha sıkıntılı bir durum ortaya çıkarmıştır. Yarın için kısa vadede oh diyerek çıkacağımız bir kriz değil.

Kapat
× Anasayfa Abone ol Tüm haberler Ekonomi Bölgesel Şirketler Gündem Belediye Sektörler Politika e-Dergi e-Gazete Web TV Künye Karadeniz sohbetleri Yazarlar