27.08.2025

Her ne kadar “Muhabirlik sınavını süresinde başarı ile verdikten sonra hasbelkader yazarlığa terfi edebildik” diyorsak da, muhtevası müstesna sayılabilecek öylesine yazılar ve kitapları elimizde geçiyor ki, kelimeler anlatmaya kifâyet etmiyor!
Hele hele, kıyısından köşesinden bulaşıldığında vazgeçilmesi mümkün olmayan, Orhan Oltan’ın da “Yokuş yukarı bile yuvarlanır” diye tarif ettiği fındık ile ilgili ise yazılanlar, çizilenler, anlamak hak getire!
Velhâsılı kelâm, yine yarım asırlık gazeteciliğimizin temeline oturmuş fındık ile ilgili hasbıhal söz konusu ise, benim bir fazlası ile “Yaştaşış” diyebileceğim Ordu nüfusuna kayıtlı Hüseyin Naim Güney’in son kitabına lâfı getirmek istiyorum.
Sevgili dostum, fındığı her aşamada değer katarak yaşamını sürdüren Şenocak Gıda’nın sahibi desem de olur, ya da Ulusal Fındık Konseyi Başkanı Cem Şenocak’da… O’nun gönderme lütfunda bulunduğu “Ordu’da Fındık Ticareti ve Sanayii” adlı eserden söz ediyorum.
Ordu için çok şeyler için kaynak teşkil etmesi bir yana, bugün “En önemli tarımsal ihraç ürünümüz” diyerek hakkını vermeden (!) övündüğümüz fındığın ticareti ile ilgili sağlam kaynak ve belgelere dayanan bir kitap; dedik ya; “Müstesna Eser” diye…
Hah! İşte ondan söz ediyorum, edeceğim.
Tabii yerimizin müsaade eylediği, kelimelerin de kifayete cevap verebildiği bir oranda…
*
“Fındığa ve ona bağlı bir sürü meselenin derinliğine inebilsek ticaretimizin, ihracatımızın o nispette gelişeceği de şüphesizdir” satırlarının yer aldığı ön sözdeki tespit, ister ister istemez, “Gerçekleri görerek, o derinliğe inebilecek fındıkla ilgili zat-ı muhteremler sayısı o kadar az ki” diye de düşündürmüyor değil!
Ancak, “azlıktan” söz ediyorken, araştırmacı gazeteciliğin ustalarından rahmetli Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olanlar” diye tarif ettiklerinin toplumda bolca bulunduğunu…
Fındığın her aşamasında adeta uzman olan Sebahattin Arslantürk’ün de kısaca, “Herbologlar” diye tek kelime ile ortaya koyduğu “çok bilenler (!)” de hiç de az değil!
*
İlginçtir ki; “fındıktan geçinenlerin” sürekli azaldığı bir süreçte, “fındıktan söz edenler” habire artıyor! O da başlı başına bir garabet!
*
Her neyse, biz bunlardan sarfınazar eyleyerek, Sayın Naim Güney’in eserinin birkaç yerinden konulara “anlayana sivrisinek saz” babından dokunmaya devam edelim.
Girişteki; “Her yemişin gelmiş, geçmiş bir tarihi ve alın yazısı bulunur. Fındık meyvesi de bu ürünlerin arasında adeta bir şah damarı yerini tutar” ifadesi ile Sevgili Güney, bugün nakarat haline getirerek haberlere giriş, sözlere başlangıç yaptığımız, “En önemli tarımsal ihraç ürünümüz” ibaresine temel oluşturuyor.
*
1900’lü yılların başlarını kast eyleyerek; “Memnun olunacak bir taraf var ise o da fındık hasılatının sanayide kullanılmaya başlanıp tüketiminin gitgide artamaya ve yayılmaya yüz tutmasıdır” ibaresini Nişan Andresyan Fındık Ziraati ve Ticareti kitabından aktarması, bugün işlenmiş fındık ihracatının yüzde 50’yi nasıl aştığının ifadesidir.
*
Herkesin, tek başına nerede ise tek kuruş ithal girdisi olmadan yılda 3 milyar dolara yakın para kazandıran, ama üretim aşamasında birilerinin halâ “Allah verdi vermedi” diye tarifini yapıp, kendi işini Allah’a havale edecek kadar önemsemediği de bir ürün!
*
Rahmetli Erbakan Hoca’nın, “İsraillilerde olsa idi eczanelerde ilaç olarak satılırdı” diye tarif ettiği, ama bizlerin Trabzon’un Yomra ilçesine bağlı İkisu Mahallesi’nde Ömer Ustaömeroğlu’nun yılın 120 günü yanına gidip, dekarda 250 kilo fındık aldığı, hemen yanındaki sadece toplamadan toplamaya bahçesini ziyaret eden Temel Emice’nin , dönümünden ancak 40-50 kilo elde edebildiği bir ürün!
Bu ürün, bu altın sarısı, bu olumsuz tabloyu hak etmiyor!
Yanına gitmeyen üretici hak etse de!
Gereken destekleri devlet uygun şekilde vermese de!
Kendinin beş kuruşluk çıkarı için sektörün beş milyarlık çıkarını yok sayar şekilde hareket eden, konuşan tacir diye geçinenler var olsa da!
Fındık bunu hak etmiyor!
Daha doğrusu; Fındığı hak etmiyoruz!
*
“Ez Cümle”, geçen 23 Ağustos 2018’de, yani bundan 7 yıl önce paylaştığımız yazıdan alıntı ile tamamlayalım.
Ama, Hüseyin Naim Güney’in kitabını didikleyerek okumayı asla ihmal etmeyelim:
*
Üretmeyen Müslüman olamaz!
Tembelliği yaşam tarzı yapıp, “Bir avuç bostan, yan gel yat Osman” anlayışı ile ekonomik savaşın kazanılmayacağını nihayet az da olsa anlamaya başladık.
ABD’nin tankı, tüfeği dolar ile kamufle ederek yaptığı saldırı, nihayetinde aklımızı başımıza getirmeye çalıştı.
Çalıştı çalışmasına da, halâ, “En büyük ibadetin çalışmak olduğunu” bas bas bağırarak söylemekten halâ imtina edenler var.
Bakın Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Elik o kadar kısa ve net ifade ediyor ki:
-“Tükettiklerini veya onun karşılığını üretmeyen toplumlar, ne dindarlık iddiasında bulunabilirler, ne de çağdaşlıktan söz edebilirler.”