6.08.2022
Son yazımızın üzerinden biraz zaman geçti ama hatırlatalım; çok geç olmadan yerkürenin kurtuluşu için yapılması gerekenlerin olduğunu bunu da yine yerküreye zarar veren insanoğlunun yapması gerektiğini yazmıştık.
Son satırlarımızı da sorunların ilgili ilgisiz birçok kesim tarafından bilindiğini çözüm için yapılanların ise daha önemli olduğunu söylemiştik. Devamı olan yazıda bu konu üzerine görüşlerimizi paylaşacaktık.
Fakat geçtiğimiz hafta açıklanan veriler bizi yine yolumuzdan alıkoydu. Elbette geleceğimizi bizim adımıza başkalarının düşünmesine ve planlamasına izin vermemeliyiz. Bir kişi olarak bu karakterinizle ilgili; bir ülke olarak ise bağımsızlığınızla ilgili fikir verir. Tabiki önceliklerimizi belirlemek bizim elimizde. Bu sebeple de iklim değişikliği veya sürdürülebilirlik konuları ikinci planda kaldı; daha önce de belirttiğim gibi önemsiz konular olduğu için değil, çözüm bekleyen öncelikli konular mevcut olduğu için.
Geçen hafta hangi veriler açıklandı derseniz; Temmuz ayı enflasyon verileri. Daha önceki aylarda olduğu gibi farklı kurumlar farklı veriler açıkladı. TÜİK TÜFE oranı %79,60, ÜFE oranı %144,61 olarak açıklarken; İTO İstanbul geçinme endeksi %99 ; ENAG ise tüketici enflasyonunu %176,04 olarak açıkladı. Ayrıca dar gelirlilerin gıda enflasyonunun ise %140’a ulaştığı da belirtiliyor. Çalışma hayatım boyunca bir sorunla karşılaştığımda ilk yaptığım sorumlusunu aramaktan ziyade çözüm alternatifleri üretmektir. En uygun olduğunu düşündüğüm çözüme odaklanır, problem ortadan kalktıktan sonrasında da bir daha yaşanmaması için yol haritası oluştururum. Buna sorumlulara ilişkin gerekli kararları almak da dahil. Peki ekonomi yönetimi konusunda ne yaparsak veya ne dersek sorunların üstesinden gelebileceğiz?
Sorumluyu aramayalım ve çözüm üretelim desek, çözümü uygulaması gerekenler bu durumun yaşanmasından sorumlu olanlar ise nasıl bir yol izleyeceğiz? Sanayicileri stokçuluk yapmak ile suçladığımızda sonuç elde edebilir miyiz? Üretimin devam edebilmesi için minimum stok seviyelerini takip etmek zorunda olanları, stokçuluk yapmakla suçlamak haksızlık olacaktır. Ayrıca gerekli olan hammadde ihtiyacı için kredi kullanmak zorunda olan birçok üreticinin finansman sorunlarını sermayeleri ile çözmelerini beklemek de çok iyimser bir yaklaşım. Ülkemizde sermayesi güçlü firma sayısının çok fazla olmadığı herkes tarafından bilinen bir gerçek. Sanayici olarak sermaye yapımızın zayıf olmasını ve nakit akışlarımızı olması gerektiği gibi yönetemediğimizi kabul edebiliriz fakat bunun için mevcut çözümlerimizi uygulamak istediğimizde suçlanmak kabul edilebilir bir durum değil.
Borçlanma maliyetlerinin bile farklı yorumlandığı bir ortamda (örneğin sanayicinin politika faiz oranlarının yanına bile yaklaşamayan faiz oranları ile borçlanması gibi…) CDS’lerin önemsizleştirilmeye çalışılması doğru değil. 800’lü seviyelerin üzerindeki bir seviye yurtdışı borçlanma maliyetlerimizi arttırdığı gibi artık bu seviyelerden borçları çevirebilme kabiliyetimizi de kaybedebilir duruma geleceğiz. Savaş durumundaki ülkelerin dahi ekonomik göstergelerinin bizden daha iyi durumda olması üzerinde düşünülmesi gereken bir durum. Risk altında olan bir alacak için ne kadar prim öderseniz ödeyin, sigorta yaptırmanız mümkün olmaz. Sahip olamayacağınız yüksek bir getiri de kumardan başka bir anlam taşımaz. Aklı selim olan bir yatırımcı getirisi az da olsa, riski az olan yatırımı tercih edecektir. Bu durumda da bu yatırım tercihinin Türkiye olmayacağı açıktır.
Tüm bunların yaşandığı bir ortamda televizyonda 26 gündür kaçan bir dananın serüveni anlatılıyor. Lütfen aklımızla dalga geçilmesin!! Şuan dünyanın en yüksek enflasyonunu yaşayan ülkeyiz ve henüz nerede hız keseceğine dair bir fikrimiz yok. Yapılması gerekenleri sıralayıp ancak bu şekilde duracaktır diyenlerin de yapılacaklar listesini uygulayan yok. Çözümün sancılı olacağını öngörebiliyoruz, sadece biran önce uygulanmasını istiyoruz. Geç kalınan her gün üzerimize yüklenen ağırlık artıyor ve kurtulmak için çok daha fazla çaba harcamamız gerekecek.