“Markası olmayan kentler global dünyada ayakta kalamaz”
Ulusal ve uluslararası markaların ülke gelişmişliği açısından önem taşıdığını, bir ülkenin veya kentin markası yoksa global dünya ekonomisinde ayakta kalma şansının olmadığını belirten Doç. Dr. Taşkın Kılıç, Nasıl Başardılar? kitabını, Türkiye’de markaların sayısının artması için yol göstermek amacıyla hazırladığını vurguladı.
info@karadenizekonomi.com / 1.10.2019
Murat Gürsoy ile Karadeniz Sohbetleri’nde bu hafta markalaşma ve inovasyon konusunu işin uzmanı ile konuşmayı seçtik. Konuğumuz genç ve başarılı bir akademisyen olan Doç. Dr. Taşkın Kılıç. Ordu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümü öğretim üyesi olan Kılıç, akademik kariyerinin yanı sıra girişimcilik, motivasyon, liderlik ve kendini öğrenme konularında verdiği eğitimlerle adeta “yaşamı öğrenen, keşfeden ve paylaşan” bir isim. Pek çok eser de kaleme alan başarılı akademisyen ile son çalışması olan “ nasıl başardılar?” adlı kitabı üzerine konuştuk.
-Hocam, öncelikle sizi tanıyarak sohbetimize başlayalım. Taşkın Kılıç kimdir?
1979 yılında Artvin’de dünyaya geldim. Çok küçük yaşlardan beri kitapları ve okumayı çok sevdim. 2017 yılında yönetim alanında doçent unvanını kazandım. Şu anda Ordu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Yönetimi Bölümü’nde görev yapmaktayım.
-Kitabınızın bir yerinde okuduğum bir alıntıdan yola çıkarak sormak isterim. “Emeğinin karşılığını bir yıl sonra almak istersen buğday ek, on yıl sonra almak istersen ağaç dik, yüz yıl sonra almak istersen insan yetiştir.” Bu düsturu rehber edindiniz gibi bir izlenimim var. Doğru mudur?
-Kesinlikle… Zaten bu düsturdan yola çıkarak neredeyse on yıldır Türkiye’nin dört bir yanındaki cezaevleri, yatılı okullar ve devlet kurumlarında gönüllü olarak kamu yararına eğitimler verdim. İlgi alanlarım girişimcilik, hoşgörü, başarı, motivasyon, liderlik, kendini keşfetme ve e-Sağlık üzerine oldu. Sadece yurtiçinde değil yurtdışında da akademisyen olarak dersler verdim. Birçok makalem yayınlandı ve birçok patente sahip oldum.
-İlerleyen satırlarda işin teknik yönünü irdeleyeceğiz ancak söze girişimciliği kendi bakış açınızla tanımlayarak başlayalım istedik. Girişimci ruh ve markalaşma konusuna bunca kafa yorma nedeninizin altında yatan nedir?
-“Girişimcilik sınırları aşmaktır” diye söze başlamalıyım öncelikle. Bize bugüne kadar hep batılı girişimcilerin başarı öyküleri anlatıldı. Belki ilk yanlışımız bu oldu. Oysa pek çok kadim medeniyete ev sahipliği yapmış bu topraklarda bize kalan pek çok mirası çok daha önceleri öne çıkarmalıydık. Bizlere miras kalan o müstesna değerler Anadolu insanının cesur, çalışkan, dürüst ve nev-i şahsına münhasır kimliği ile buluştuğunda inanılmaz başarı öykülerinin ortaya çıktığını fark ettim.
-Ve o nedenledir ki son kitabınız olan “nasıl başardılar?” bu kadar ses getirdi…
-Teşekkür ediyorum nezaketiniz için. Gerçekten dediğiniz gibiyse çok mutlu olurum bu sesten. İyi bir iş yaptığımı biliyor ve hissediyorum. Aslında az önce belirttiğim nedenlerden ötürü bu kitabı yazmaya başladım. Bize kalan mirasın büyüklüğünün ortaya çıkması gerekiyordu. Bizim de sayılamayacak kadar fazla öncü girişimcilerimiz vardı. Pek tabi onların başarı ve yönetim sırları da. İşte o sırlar birer başarı öyküsüne dönüştü kitapta.
-Simit kelimesini Türkçe adıyla tüm dünyaya ezberletmek, THY’yi en iyiler listesinin başına yazdırmak, bir köfteden marka yaratmak…ve diğerleri…Markalar eminim rastgele seçilmedi kitabınızda. Yavaş yavaş kitabın sayfalarını çevirelim isterseniz… Önceliği de hem bayrak taşıyıcılığı özelliği ile Türk Hava Yolları’na verelim.
-Türk Hava Yolları (THY) gerçekten de ülkemizin parlayan yıldızıdır ve bundan ülke olarak müthiş gurur duymalıyız. Belki iç pazardaki başarısını “kamu sermayesi ile kurulup arkasına devlet gücünü alması ile izah edebilirsiniz ancak Avrupa ve Dünya pazarında bu denli başarılı olmasının arkasındaki sırrı anlamak ve anlatmak gerekir. Çünkü, THY global ölçekte başarıya ulaşırken son 10 yılda pazar payını sürekli artırmış, İngiltere, ABD ve Avrupa’nın dev havayolu şirketleri ile rekabet etme başarısını göstermiş, hem kabin hizmetleri hem de diğer uçuş kriterlerinde birinci olmuş bir şirkettir. Bunun ötesinde dünya uçuş liginde en çok noktaya erişme rekoru da THY’ye aittir. Dolayısıyla 1933 yılında ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleri ile kurulan bayrak taşıyıcımızın markalaşma anlamında kat ettiği mesafenin iyi irdelenmesi ve örnek teşkil etmesi gerekirdi. Kitabımda ayrıntılarıyla yer verdim ama bir cümle ile THY’nin başarı öyküsünü anlatmak gerekirse; bu başarının özünde operasyon ünitelerinin büyüyüp üretken olması diğer ünitelerin ise küçülmesidir. Yaygın ağ, kaliteli servis sunumu, fiyatlama, yolcu frekans derinliği, bir marka şehir olan İstanbul’u öne çıkarma ve ülkemizin coğrafi konumu ile stratejik önemi de marka yönetiminin çıtasını yukarıya taşımıştır.
-Kitapta yer alan başarı öykülerinden biri de geleneksel ürünümüz “simit” ile ilgili. Osmanlının fast-food’u olarak adlandırabileceğimiz bir liralık simitten dünya markası yaratmak kulağa çok hoş geliyor. Simit Sarayı bunu nasıl başardı?
-Biliyor musunuz ki “simit” kelimesi tüm dünyada evrensel dil olan İngilizceye çevrilmeden kullanılıyor. Aslında sadece bu bile başlı başına bir başarı öyküsüdür. Aslında Simit Sarayı markasının globalleşmeye evrilişinin sırrı şu cümlede gizlidir. “Süpermarketlerin ezici rekabetinden mahalle bakkalını kurtarma hayali.” Ve işin başındaki isim Haluk Okutur, bu girişimi dünya ölçeğine taşırken insanların cebindeki en küçük paraya talip olmuştur aslında. Simit Sarayı’nın kurucularından Haluk bey, üniversite eğitimi sonrası ailemi nasıl rahat ettiririm, daha konforlu bir yaşam sürmelerini nasıl sağlarım? Sorusundan hareketle kariyer planları yaparken elindeki sermayenin buna karşılık gelmeyeceğini bilir. Kısa sürede sermaye artışı sağlamak için sayıları 900 binin üzerinde olan mahalle bakkallarını hedef seçer. Onların ayakta kalabilmesi ve dev marketlerle rekabet edebilmesi için akıl satar adeta. Sarış teknikleri ve stok yönetimlerini içeren 50-60 sayfalık kitapçıkların satışını yapar. 8 yılda sayfa sayısı 600’e çıkarken mahalle bakkallarının sayısı ise 100 bine kadar düşer. Bu büyük potansiyel kaybı projenin başarısızlığı anlamına gelir ki buna karşın Haluk bey deneyim anlamında büyük kazanımlar elde etmiştir yine de. Şu fikri geliştirir. Ülkemizde perakende sektörü çok önemli ben de bundan sonraki hayatımda gıda sektöründe olmalıyım. O günlerin Türkiye’sinde vadeli işlem yapma olasılığı neredeyse imkânsızdır hem de yeterli sermaye yoktur. Dolayısıyla ülkemizde en düşük ücretle satılan gıda ürünlerinin bir listesini yapar. Listede ikinci sırada simit vardır. Böyle yaparak insanların cebindeki en küçük paraya talip olur. Ama bu projeyi yaşadığı Erzincan’da hayata geçirmeyi istemez. Çünkü vahşi kapitalizmin acımasız koşulları projenin Erzincan’dan İstanbul’a başkaları tarafından taşınması gibi bir olumsuzluğu beraberinde getirir. O nedenle 2002 yılında kalkar İstanbul’a gider. Artık bir inovasyon çalışması olarak başlayan “simit sarayı” projesi, sağlıksız ortamlarda üretilen ve ayakta yenen bir ürün olmaktan çıkmış ve yeni bir iş modeli oluşturularak inovatif ürün ve yaklaşımıyla yurtiçi ve dışında ciddi büyüme rakamlarına ulaşır.
-Peki hepimizin bildiği anne veya anneanne köftesi nasıl oldu da ünlü Cemil Usta’nın Akçaabat Köftesine dönüştü?
Köfte, kadim kültürümüze ait nefis bir yiyecek. Baktığımızda İnegöl, Edirne, Tekirdağ, İzmir, Akhisar, Sakarya vs. onlarca köfte var. Ama bizim ortak beğeni noktamız damak tadımız anneanne köftesi. Her bölgenin farklı damak tadına özgü köfte türlerinin –sınırlı olanları saymazsak- nedense markalaşmadıklarını görüyoruz. Oysa Amerikalı köfteyi ekmeğin arasına koyup hamburger olarak markalaştırmayı başarmış. Ve dünyanın her yerine rahatlıkla pazarlıyor. Oysa biz bu olağanüstü lezzeti tanıtamıyoruz. İşte bu noktada Cemil Usta, bundan yaklaşık 50 yıl önce Trabzon’un Akçaabat ilçesinde küçücük bir dükkânla Akçaabat Köftesini adeta bir sanat eseri gibi işlemeye başlar. Doğru bir konsept ile Türkiye’nin çeşitli illerine şubeler açar. Köfte üretim fabrikası ve köfteyi marka yapma yolunda önemli adımlar atar. Bir aile şirketi kimliğine karşım kurumsallaşmaya verdiği önemle önce ulusal bir marka olan Cemil Usta daha sonra yurtdışına gönderdiği dondurulmuş ürünlerle bilinirliğini uluslararasına taşır. Cemil Usta nasıl başardı diye sorarsanız; “aile içi dayanışma, birinci sınıf ustalık, ikram sunumu, her müşteriye kendini değerli olduğunu hissettirme çabası ve karşılıksız iyilik” derim.
-Gelecek nesillerin ve girişimci adayların doğru örnekleri tanımalarına hizmet eden ve onların açtığı yoldan güvenle yürümelerine yardımcı olacak kitabınızın bir diğer markası da Mado. Peki, onlar nasıl başardı?
-Gerçekten de 150 yıl önce Ahir Dağı’nın bereketli ürünlerini Kahramanmaraş’ın maharetli ustaları ile buluşturmak ve dünyaya sunmak olağanüstü bir başarı öyküsü bence. Misyonunu dondurma severlerin talep ve beklentilerini karşılamak, sürekliliği sağlamak, hijyen ve kaliteyi yüksek teknoloji ile geliştirmek olan işletme yönetiminin hedefi ise ürün ve hizmet kalitesindeki mükemmellikle tedarikçi ve tüm çalışanlarından en üst düzeyde performans talep etmek olmuştur. 150 yıllık dondurmacılık deneyimini ilk günkü tadı ve heyecanıyla korumasını bilen Mado, gittiği her yeni ülkede köklerine ve aslına sadık kalarak geçmişle geleceği dört kuşaktır yaşatıyor. Yerel hammaddeden global bir düşünce ve üretim anlayışının yanına konan disiplin ile sevginin harmanlanması, yadsınamaz anne emeği, gerçek bir Anadolu insanı olan baba, dayanışma ve ekip ruhu, eğitimin vazgeçilmezler arasında olması ile 1993 yılında İstanbul’daki ilk mağaza büyüme için kırımla noktası olmuştur Mado için.
-Kitabınızda yer almayı gerçekten hak ettiğini düşündüğümüz bir marka da Bursa’dan dünyaya yayılan lezzet olan kestane şekeri. Buradaki markalaşma nasıl zirveye çıktı?
-Kestane genelde Türk insanının kış aylarında sobalarında kavurup yediği nefis bir yiyecektir. Kafkas işletmeleri deyüz yıla yaklaşan pastanecilik geçmişi ile bu ürünü şerbetle buluşturup şeker tadında piyasaya sürmeyi başarmış hatta yurtdışına ihraç etmiştir. Kafkas’ın buluşu olan kestane şekeri bu haliyle dünyada bir ilk. Bugün Bursa’da kestane ile ilgili ürün geliştiren yüzlerce firma olmasına karşın Kafkas, arkasında ciddi bir sektör oluşturmuş ve ekonomiye istihdama büyük katkılar sunmuştur. Bursa’nın simgesi olması bu yüzdendir. Alanında öncü olması onlara tanınırlık, prestij ve rakipsiz bir pazar olarak geri döndü. Aile dayanışması, üstün kalite, çok çalışmak, inovasyon ve sosyal sorumluluk markalaşma yolundaki kilometre taşlarıydı onlar için de… Ve başardılar…
-Son olarak böyle bir çalışmaya neden ihtiyaç duyduğunuzu soralım…
-Bir ülkenin veya kentin markası yoksa global dünya ekonomisinde o ülkenin ayakta kalma şansınız olmadığını hepimiz biliyoruz. Toplumların ortaya çıkardığı ulusal ve uluslararası markalar ülke gelişmişliği açısından da önem taşır. Dolayısıyla Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100.yılı olan 2023’de Dünya ekonomisinde ilk 10 içinde yer almak istiyorsak mutlaka global ölçekte katma değer üreten markalarımızın sayısının artmasına ihtiyacımız vardır. Bu kitap da bu anlamda bir misyon üstlenmek ve yol göstermek için hazırlanmıştır.