5.12.2025
Çok değil, 30-40 yıl önce; “Gıda da kendi kendine yeten ülke” diye yazarak Türkiye’nin tarım ve hayvancılık ile ilgili haberlerine başlardık.
Tıpkı, “Dünya fındık üretiminin yüzde 80-85’ini yapan Türkiye” diyerek başlamamız gibi…
Tarımdaki en önemli ihraç ürünümüz fındıkta indiğimiz oran ortada. Yüzde 70’in altında.
Gelelim ben diyeyim “Tarım”, siz söyleyin “Gıda”da ahvalimiz de ortada! Nerede ise ithal etmediğimiz tarım ürünü yok gibi.
Tarım ve hayvancılığa yapılan destekleme uygulamalarının sürdürülebilir hale getirilemediği ülkemizde, üreticilerin gelir seviyesinin de düşmesi-düşürülmesi ile gıdaya erişimde çok ama çok ciddi bir risk dönemine girildi.
Üretimin yapıldığı topraklar da kentleşme ile bir kayıp yaşanmış olsa da, yine de kendi kendimize yetecek kadarı mevcut.
Ama eğitim, özellikle de yükseköğretim politikalarındaki tercihlerin yanlışlığı ile gençlerin diplomasız “çalışmaya” değil de, diplomalı “yan gelip yatmaya” yönlendirilmeli tarımdaki sıkıntıların başında geliyor.
“Çiftçilikte yaş ortalamasının yüzde 59’a çıkması”, tamamen bu yüzden, bırakın her ile çoğu ilçelerde bile yüksek öğrenim kurumu açılarak, gençlerin yanlış güzergahları yöneltilmesinin doğurduğu bir sonuçtur bu.
Daha net ifade ile bu gidişatın sonu; “Gıdada ithalata bağımlı olmak” demektir.
İthalata bağlı olmak da, karnımı doyurmak için tamamen başkasına muhtaç olmak demektir.
Böyle olmak da, savaş meydanındaki mağlubiyetin getirdiğinden daha beter bir esirlik değil de nedir?
*
NE KADAR ÜRETİRSEK, O KADAR GÜÇLÜYÜZ…
Gerçek manada kalkınmanın, zenginleşmenin tek yolu ve yönteminin insan hayatı için fiziki elzemleri üretmekle olabileceğini unutanların sonunun ne olduğunu anlayabilmek için tarihin sayfalarına bakmak yeterlidir.
Hele hele, söz konusu beslenme ve bunun da kaynağının gıda olduğunu unutanlar için…
Biz ülke olarak giderek unutmaya başladık!
Bunun delili TÜİK’in, “2024’de gıda sektöre yüzde 13 küçüldü, inşaat ise aynı oranda arttı” açıklamasıdır.
Bu rakamları dayanak yapıp, eleştirilerinize rağmen sürekli üretim tekrarlaması yapıp duruyorum.
Ne derseniz deyin! Kırk değil, kırk bin kere de deseniz, ben diyeyim “Papağan gibi”, siz söyleyin “şarkının nakaratı misali” tekrarlamaya devam edeceğim.
Edeceğim, çünkü halk arasında; “Birine 40 gün deli dersen deli olur” deniyor ya!
Ben de bu delilikten 40 gün sonunda bir gerçeği görme, yani akıllılık çıkacağını beklemiyor değilim! Onun için tekrar üstüne tekrar yapıyorum, yapacağım.
*
Son olarak Trabzon Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Metin Genç’in, meşhur Tonya tereyağı üretmek için Fol deresine değil de, süt veren ineklere muhtaç olduğumuzu anlatmak için, üreticilere sağladığı desteği görüp de, bir de “Ne kadar üretirsek o kadar güçlüyüz” demesi yok mu?
Ardından da; “Üretenin, emek verenin, toprağa alın teri dökenin yanındayız” dedikten sonra, “Endişeniz olmasın” diye eklemesi tam olarak değilse bile yüreklere su serpmedi değil!
Serpilince de, süt üretiminin azalmaya başladığı kırsalda ev ekonomisi şekliyle inek beslenen her evde bir kişinin İŞKUR kanalıyla sigortalı yapılarak desteklenmesi için 15 yıldır gösterdiğimiz çabaların halâ meyvesini vermemiş olması da, üzüntüyle aklımıza gelmedi değil!


