24.08.2024
Vicdanın sesi: Ülkenin sayılı edebiyat dergilerinden Sözcükler’in yayıncısı, şair Turgay Fişekçi, Can Yücel’i ASKEV’deki anma toplantısında 1950‘li yıllardan alıp getirdiği edebi yaşamında hapisliğinin etkisinin altını çizdi.
Tahliyesi sonrası (1974) meydanlara bile sığmayan bir Can Baba kimliğiyle karşı karşıyaydık. Artık dizeleriyle buluşan gür sesi ‘’toplumun vicdanı’’ olmuştu.
Ölümü bile bunu dindirmedi...
Datça’daki evi ‘’dergâh’’, mezarı ise ‘’ziyaretgâh‘’ oldu.
12 Ağustos’da, 25.ölüm yıldönümünde Türkiye’nin dört bir yanında anılması,bu toprakların vicdan arayışının işareti değil mi?
Yakınlarda profesör olan kızı Güzel’e kulak verelim.
Yazdığı gibi yaşayan, yaşadığı gibi yazan bir şairin, bir babanın ardından:Yine Ağustos geldi, yine incir sıcağı, toprak güneş kokuyor, yine bademler çatladı, yine çırçır böcekleri caz yapıyor, yediveren limon salkım salkım, insanlar akın akın evimize geliyor. Ama ne sen varsın ne annem ..Uzun süre senin gidişini anlatmakta zorladım. Sanki ölümünü kabul etmekmiş gibi geldi ..Güç geliyor, zor geliyor seninle sizinle yaşanmışlıklar hakkında bir şeyler anlatmam. “Yaşam” dediğimiz bu yumağı çözmesi zor. Zaten yaşam kendi başına bir yumak... İpin ucunu kaçırmamak için öyle bir dolanıyorsun ki yaşamın alıp götürüyor, savuruyor, dolanıyor; sen de ipin ucunu tutmak için çabalayıp duruyorsun. Bizim evdeki yaşam böyleydi. Zira sıradan bir ev değildi bizimki. Hiçbir şey sıradan değildi. Acayip gelebilir bazılarına ama bize göre çok anlamlı bir yaşamdı. Babamın hiçbir zaman çalışma masası olmadı. Şiirlerini genellikle mutfakta yazmaktan hoşlanırdı.
Çocukluğumda geceleri tak tak diye hala kulağımda daktilo sesi, unutmak ne mümkün? Şiir onun yaşam tarzı idi. Yemek yemek, konuşmak ve nefes almak gibi elzemdi. Dili severdi onun canlı olduğuna inanırdı. Kelimeleri bulmak, düşünmek, tınısını yakalamak Türkçedeki zenginliği görmek, bunu ifade edebilmek hem de bunu şiirin içinde tekrar üretebilmek. Şiirin “tek sözcükle karşı çıkmak” olduğunu söylerdi. Şiirini yazar, yüksek sesle genellikle anneme okurdu. Şiiri yazarken de çeviriyi yaparken de sade o değil biz de yaşardık. İşin içine öyle girerdi ki; bir seferinde zaten gemiye benzeyen evimizde Shakespeare’in Fırtına’sını çevirirken ailecek kendimizi fırtınanın ortasında dalgaların arasında buluvermiştik.(…)
Soruyorlar, nasıl bir şey Can Babanın kızı olmak diye?
Kolay mı bir doğa olayını anlatmak…. Yağmurun damlalarını, toprağın kokusunu, meltemin esintisini, bir hortumun anaforunu, incir sıcağının yakıcılığını veya ayazın donduruculuğunu anlatmak ne kadar zorsa Can'ı, babamı, anlatmak da o denli zor. Bir doğa olayıydı babam. Bütün duyuları ayakta, duygularıyla yaşar ve bir o kadar akıllı, coşkulu, hele canlı, keyifli, sarsıcı bir yaşam. Bir o kadar da eğlenceli... İnandığını sonuna kadar savunur. Ve o kadar da doğru. Ve korkusuz.
Sonsöz…Mimar Leylâ Çapan o kadife gibi akan sesiyle, Canbaba’nın ‘’Can Yasası bu insanın:Savaşa yoksuluklara / ve binbir belaya karşın / İlle de yaşayacaksın! ‘’ dizelerini okuyor, adeta bir yaşam amentüsü…
Evet, Can Yücel Türkçe okudu, Türkçe söyledi, Türkiye’ye seslendi…
Yaşar Kemal diyor ki: Romanıma başlamadan önce anlatış biçimlerini bulmak tutkum vardı...