1.02.2025

Maria(Callas) için yaşam, müzik demek…
Müzik ile insana ve güzele değiyor.
Plaklarını artık dinleyemiyor, çünkü onlar ‘’mükemmel’’.
Bu ses derinliği başkasında yok.
Onca arya, onca alkış ve sonrasında büyük bir yalnızlık.
Ama yarattıkları ‘’cennette’’.
Çünkü, bir yaratıcı parça için 100 saat boyu adanmış prova var.
Ona prima donna (baş okuyucu) demek yetmiyor, o bir kadın tanrıça, bir diva’nın bir ötesi ‘’La Divina’’ (tanrıçların şahı).
Onassis’e aşık ama ona teslim olmuyor, çünkü o hırsızlar tanrısı Hermes’in ahfadından, salt çalar / çırpar, bildiği odur.
Biri insan için yaratıyor, diğeri ise insandan aşırıyor, bir araya gelir mi?
Maria, herkes gibi bir insan, sesi gün geliyor tükeniveriyor.
O inanamıyor…
Sesini aramaya çıkıyor.
Güçlü soluğu ve tiz sesi onun insan için tek yaratısı, tek armağanı.
Her ‘’armağan’’ gibi süreli.
O ise güzellik üretiminde durmak / kalmak istiyor.
Kendi kendine yazdığı onun insana bir borcu var.
Donizetti, Bellini, Rossini, Verdi ve Puccini, onun yaratısının şahikaları.
Tekrarı mümkünsüz bu eşsiz bu besteler ile Diva Callas buluşmalarını sürdürmek istiyor.
Ama nafile…
Bu kez önce sakinleştiriciler Maria’nın yaşamını kaplıyor.
Düşler ve sanrılar içinde yarattığı cennete kavuşmak istese de bulamıyor, çünkü yok.
Sanrı dolu son günlerinde onu terk etmeyen bir avuç insan var, onun çekilmezliği onlar için çekicilik.
Kısılan sesin sahibesinin yüceliği biliyorlar.
Yarıda kesilen provalar, tamamlanmayan mülakatlar,açlık nöbetleri, bu dönemki yaşamının kesitleri.
Ve sahneye çıkmayı umarken, aslında oyalanırken, 53 yaşında, 1977’de evinde, o yarattığı cenneti yeryüzüne indirip dinlerken, sonsuzluğa kavuşuyor.
Bernstein’in sözleriyle Maria‘’Operanın İncili’’dir. Çünkü o, karakterleriyle et-tırnaktır.
‘’Neruda’’ filminden tanıdığımız Şili’li yönetmen Pablo Larrain psikolojik biyografik drama yapımlarındaki ustalığına bir kez daha tanığıyız. Maria’da Angelina Jolie‘ yi alkışlarken, Onassis rolünde, bu topraklardan çıkan Halûk Bilginer ile gururlanıyoruz.
Yaşamın özeti işte bu…
Bunun için her yılın ilk Ocak günü 9. Senfoni ‘nin ‘’ Umuda ve Neşe’ye Övgü ‘’okunup / söylenmiyor mu?
İblisler, kan emiciler, şairin sözleriyle ‘’ engerekler ve çıyanlar Davos adlı olan ölüm vadisinde, her yıl yaptıkları gibi insanları yoketme planlarını görüşüyorlar.
‘’Fanatik çevrecilik‘’den sözedenleri var, kaya gazının yararlarını savunanlar. Paris İklim Anlaşiması’nın insanlığa getirdiği yüklerden söz edenler cabası. Kadın cinayetlerinin cezadan ‘’ bağışık ‘’olması üzerinde duruyorlar.
Ezcümle, insanı azaltarak insanlığın zenginleşeceği zehri yayılıyor etrafa…
Oysa bu zehir tacirlerinden hangisi anılacak, 20 / 30 / 50 yıl sonra?
Auschwitz Kampları’nda yakılan 6 milyon insan dumanından sonra, artık bacanın tütmediği 80.yılda ‘’umut ve neş’e’’ yi salgılayan tüm sanatçıları soluyarak ‘’Yaşasın İnsana Dair Umudun Sanatı ’’ diyorum.
Yaşar Kemal usta, diyor ki: Ben ‘’angaje’’, bağımlı bir yazarım, kendime ve söze ve insanın onuruna bağımlıyım.