6.07.2024
PEN Başkanı Zeynep Oral günlerdir Güzin ve Abidin Dino çiftini İstanbul’da Aşiyan’da buluşturmak için çırpınıyor. Bu ‘’ses‘’e kulak verip Oral’a el verelim. Dino’ çifti huzur içinde birlikte uyumalı...
Cevat Çapan hocanın mesajını Hanya-Girit Kitap Fuarı’nda kızı Niğar Çapan Yunanca okumuş, bunu iletememiştim sizlere...
Keman sanatçısı Bartu Elçi-Özsoy’u bir kez daha dinledim. Onu dünya sahnelerinde çok dinleyeceğiz, buna hazır olalım...
Polonya, 300 yıllık yaşamında en ağır bedel ödeyen ülkesi. Son olarak 1939’da işgal edilmiş, yeraltı kaynakları alınmış götürülmüş. Yüzbinlerce insanı yitip gitmiş.
Tarihçi Adam Zamoyskı’nin Poland / A History eserinden, 2.Dünya Savaşı sonrası Polonya’nın Sovyet Bloku’na ‘’bırakıldığını’’ anlıyoruz. Ülke yine de kendisine örülen bu ideolojik ağdan çabuk çıkıyor. 1953’de, Stalin’in ölümüyle birlikte ülkede bir liberalleşme rüzgarı esiyor. Bu rüzgarın esintisi altında insanların girişimciliği / yaratıcılığı sürüyor, ‘’piyasa’’ denilen olgu yaşıyor. 1956’da Polonya Komünist Partisi resmen ‘’liberalleşme programı’’ ilan ediyor.
Haklı olarak soracaksınız: Sovyetler Birliği Doğu Almanya ve Macaristan’a ‘’tank‘’ yollarken, bir Polonya’ya neden farklı?
Nedeni, -kanımca-, anılmayı fazlaca hak eden bir yazar olan Cengiz Aytmatov’un ‘’mankurtlaştırma‘’ kavramında gizli. Mankurtlaştırma, bir ulusu kimliğinden uzaklaştırıp bir ‘’köle ulus’’ olarak kurgulamak. Bu Polonya insanı köleleştirilemedi. Aksine, ülkeleri için hep bedel ödeyen vatanperverlerdi.
Polonya KP‘nin apparatchik‘leri (sistem maşaları) zorunlu olarak geri bastı....
1968’de KP’nin sesi Gomulka ekonomik programın uygulamasını tümüyle ‘’merkezi plan’’ ekseninden çıkardı. Fiyatlar yerli yerine oturdu. Ama bu kez % 30‘luk bir fiyat oluşunca genel işçi ayaklanması yaşandı. Moskova’dan yine ‘’ tık ‘’ çıkmadı.
Aralık 1970’de, bu kez Gierek ‘’Ekonomiyi Sıçratma Programı’’ adıyla yabancı sermayeye açılma kararı verdi. 1968’de ‘’özgürlük‘’ isteyen Çekoslavakya’ya, yollanan Sovyet tankları SSCB’ye daha geri dönmemişti bile...
Fiat ve Coca Cola, Polonya’ya yatırım kararı alırken, İstanbul’lular Beyazıt Meydanı’nın altında bir Polonya Pazarı‘nın varlığına tanık oldu. Her türlü makine ve aksam bu pazarda bulunuyordu. Bu imalat sistem becerisinin, 1953’lerde insan girişimine olanak tanıyan kararından doğduğunu düşünüyorum.
Üretim kapasitesini anlatacak ölçü olarak 2 olgu aktarayım: Aliağa Petro-Kimya Tesisleri’nin makine aksamı Polonya teknolojisidir. Yatağan Termik Santralı’ da öyle, fındık karşılığı takas (barter) yoluyla yapılmıştır.
Gözden kaçırmayalım: Polonya’nın sosyalist döneminde ‘’aklı çağrıştıran’’ 2 bilim insanı vardır: Biri Oscar Lange, diğeri Michael Kalecki.
’’Piyasa sosyalizmi’’ kavramı Lange’nindir. Kalecki için de ‘’Keynes’i öncelleyen adam’’ benzetmesi yapılır. Sistem bu 2 şahsiyeti ‘’aforoz’’ etmek bir yana, onların ufuk hattından hep yararlanmayı bildi.
1989’da ülkenin demokrasiye dönüşünü hızlandıran ‘’görünmeyen etken’’ Krakow Kardinali’nin ‘’papa’’ olarak seçilmesi oldu. Papa, 10 yıllık dönemde, 5 kez Polonya’ya gelecek ve Dayanışma Hareketi ile ‘’nerdeyse’’ birlikte özgürlük mitingleri yapacaktır.
Dokuz milyon üyeli Dayanışma Hareketi ve Lech Welesa’nın işin özünü ‘’Demokratik haklar olmadan ekonomik gelişme olamaz‘’ olarak tanımlaması, 1989’dademokrasi bayrağının göndere çekilmesini kolaylaştırmıştır.
Bu günün iktidarı olan Yurttaşlar Hareketi ve Donald Tusk işte bu ‘’soylu mirasın’’ uzantısıdır.
Yaşar Kemal usta diyor ki: Biraz daha ışık,biraz ışık, demiş ya büyük şairlerden birisi ölürken. Biz de biraz daha, biraz daha, azıcık da olsa demokrasi,diyoruz. Savaşımımızı burada yoğunlaştırmak zorundayız...