28.11.2022

Luricina adlı bir köy

Ve İstanbul 19. Tiyatro Festivali Semaver Kumpanya ‘nın İstanbul Mon Amour oyunuyla kapandı. İstanbul, İstanbul olalı 6 mekânda kesintisiz 12 saat süren bir tiyatro + dans + müzik etkinliği yaşamamıştı.

Brovo, Semaver ‘ın bu etkinilikte görev yapan 120 sanatçısına.

Brovo Işıl Kasapoğlu hocaya.

Bir kumpanya değil bir Okul kurmuşsun, ne mutlu sana…

Semaver Kumpanya böylece ilk  20  yılını geride bıraktı.

İstanbul’un insanların bu çoşkuya çok gereksinimi vardı…

Bu hafta  KIBATEK  Sempozyumunda tebliğ ettiğim bir köy monografisini, Luricina’yı  paylaşmak istiyorum.

Uzun olmasına uzun… Ama arzulayan sadece ‘’ Sonuç Yerine  İlksöz’’ünü okusun, mesajım orada yer alıyor.  

Akıncılar, KKTC’nin güneyinde ana toprağa  dar bir koridorla  bağlanan  yazar İsmail Bozkurt deyimlendirmesiyle  bir ‘’ cep’’ tir.  Köy, BM  denetimindeki  ‘’ Ara Bölge’’ ile Güney Kıbrıs’ta ayrılır. Kuzey Kıbrıs’ta Değirmenlik Belediyesi ile sınırdaştır. Doğu, batı ve güneyi ‘’Ara Bölge’’ ile Rum bölgesinden ayrılır ve 7 Rum köyüyle çevrelenmiş durumdadır.  

Bu  köy için seyahatname yazarı  R. Gunnis  1936‘daki   ‘’Tarihi Kıbrıs ‘’adlı eserinde bu  köyü ‘’Linobambaki‘lerin Merkezi‘’ olarak niteler. Gunnis 2  camisi  ve 2  kilisesi olan  Luricina‘nın  dinen ayırt edici bir   karakterinin görünmediğine dikkat çeker.        

Köye girişte karşınıza çıkan ‘’Bu park sizin ödediğiniz vergilerle yaptırılmıştır/  Akıncılar Belediyesi ‘’ ibaresi ,  Kuzey Kıbrıs’da  herhalde  bir ilktir. 

Akıncılar’ın yazılı tarihi 1191’e  Arslan Yürekli Rişar‘ın  Kıbrıs  adasını  Kudüs Kıralı  Guy  de  Lüzinyen‘lere  armağan, kimi  kayda  göre  satıp   Kıbrıs  Kırallığı’nı  ilan ettiği   ve  Lüzinyanlılar  olarak  anılan  döneme ( 1191-1489) dayanır.   

Köyün adının Lucien (Lorenzina) adlı bir kadından alınıp Luricina (Louroudjina)   olarak  konulduğuna ilişkin bir söylence var. Yerleşimin  ilk  monografisini  yazan  Hasan   Yücelen‘e  göre   köy, Lüzinyan’lar  döneminde  bu  adı   taşıyordu. Yücelen    bu ismin   yanında  Lorebina ,Lorthina  ve  Lorthing  adlarının da   kullanıldığını   vurgular.   KKTC  Milli Arşivi‘nde   yer  alan  1571 tarihli  Venedik  haritasında  köyün ismi  ‘’ Lorthing ‘’ olarak  anılmaktadır.

Lüzinyanlıların  adayı  Venedik’lilere satması  sonrası, köyün adı yer  yer ya   ‘’Lorthing‘’ ya da ‘’Lorelina’’ olur. Bu isimlerin etimolojisi,  köyün ağırlıklı  nüfusunun Latin’lerden  geldiğini  söyler. 

Luricina   insanı  için  ‘’Linobambaki‘’ (pamuk  ipliğine  bağlı,İng: cotton woollies )‘’gizli Hristiyan‘’veya   ‘’gündüz  müslüman, gece  hristiyan‘’  sözünün kullanılması çok yaygın. Köyden yetişme sinema sanatçısı   Alkin Emirali, ‘’linomambaki’’nin   aşağılanma aracı olarak kullanıldığını, oysa bu  kimliğin   her iki kültürü  içselleştirildiğini  ve  kendi içlerinde  barındırdığını kaydeder. Osmanlı’nın Kıbrıs  fethinden İngiliz  yönetimine  devrine dek olan    dönem  nüfusun   sosyal ve  tarihi     özellikleri  üstünde çalışan T. Papadopoullos   hristiyanlıktan  müslümanlığa  geçişin kesintisiz,  ama ağır  bir süreç   yaşadığına  dikkat  çeker. İhtida (conversion)hali   bir  akültürasyon süreciyle birlikte işlemektedir. Bu yüzden de  ada Müslümanları içinde  Grekçe konuşanların çok  olması yazara  şaşırtıcı  gelmez.  Bu  nüfusa  ‘’Cyypto – Christians ‘’  ya da  ‘’ Linobambakoi‘’ adının  verildiğinin altını çizer, ihtida etmişlerin sayısını 10.000 olarak verir. Bu nüfus  kümesi   İngiliz   döneminde   toplam   müslüman nüfusun  % 22‘sine  karşılık  gelmektedir.         

Jennings,Osmanlı egemenliği döneminde yaşam kolaylığı  adına  ‘’gerçek inançlarını gizleyerek Müslüman olan‘’ bu  adanın üç  renk taşıyan    etnisitesinin tatlı su frenki gibi anlamlandırarak ‘’Linobambaki‘’  olarak    nitelendiğini    çocukların hem vaftiz, hem de sünnet  edildiğini,  hem hristiyan hem de  müslüman dinine uygun olarak iki  ismin verildiği kaydediyor. Bu olgu, Hackett:1901 ve Palmieri: 1905‘nin eserlerinde de vurgulanıyor. Altı çizilmesi gereken olgu, bu  etnisitelerin adanın çeşitli bölgelerinde yaşarken, dini kimliklerini  değiştirdikten  sonra  çok kimlikli  olan  Luricina’lıların   yaşadığı   Lorenzia   Vadisi ‘ne   taşınmayı    yeğlemesidir. Luricina da, çok kimlikli mevcut  yapısıyla diğer  her  türden  etnisiteye   davetiye çıkaran   bir  ‘’cazibe  merkezi ‘’ve  ‘’merkezi  bir  sığınma  alanı ‘’ özelliği  taşıyor. Dr.T.B. Göktürk bu cazibeyi 2.Selim‘in   Kıbrıs  Kanunnamesi’ne (1572) bağlıyor. 

Bu  Kanunnameyle Venedik dönemi vergilerinin bir bölümünün kaldırıldığını, bir  bölümünün oranlarının azaltıldığını biliyoruz. Latin Katolik baskısı altında olan  Ortodoks Hıristiyan halkına hem kiliselerine sahip çıkma, hem de inançlarını  özgürce  kullanma hakkı verilir. Latin Katolik Başpiskoposluğu makamı kaldırılır ve  Başpiskopos Venedik‘e sürgüne gönderilir. Sürgündeki Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Lefkoşa‘ya getirilir. El konulan kilise malları, arazisi iade edilir ve Başpiskopos 1660 yılından sonra  ‘’Rumların  Sözcüsü’’  olarak kabul edilir. Hristiyan halktan para ve vergi toplama  yetkisi  Başpiskoposluğa verilir.   

Dr.M.Haşim Altan ‘’Osmanlı  Mühimme Defterleri ‘’ araştırmasında,  Osmanlı İdaresince Anadolu‘dan göç ettirilen nüfusun içinde Müslüman   olmayan nüfusun   bir kısmının Luricina’ya yerleştirildiğini kaydeder. Peace Research İnstitute Oslo (PRİO ) çalışması, bu yerleşimde yer alan etnisitler   arasında    Arnavut  ( Arnauti)   ve Boşnak asıllı nüfusun da olduğu  yönündedir. Sonuçta, 16. yy‘da  bu  yerleşimde  5  ayrı  etnisitenin varlığı kanıtlamıştır.  

R.Gunnis’den ilginç bir Müslümanlaştırma biçimi öğrenmekteyiz. Osmanlı  döneminde, Latin asıllı Katolik’lerin din yönetimi  Osmanlı‘larca   bağımsız  Kıbrıs   Rum Ortodoks Kilise’sine verilince, Kıbrıs Rum Ortodoks Piskoposluğu İstanbul’un   Latin Haçlı Yağmasının adeta  intikamını alırcasına baskıcı bir  yapı   kurar. Katolikler     çareyi  Kıbrıs  dışına  kaçmakta  bulur. Kalanlar hayatlarını kurtarmak için  müslüman olur ama ‘’gizlice  hiristiyanlığın icaplarını uyguladıkları‘’ bilinir .

16.yy’da çeşitli  salgın hastalıklar ve çekirge salgınıyla oluşan ürün kaybı,  Luricina  nüfusunun  1300‘e  gerilemesine  neden olur.  Osmanlı yönetimi Anadolu’dan  nüfus taşır.

Kıbrıs’da nüfusun çok inişli-çıkışlı olduğunu H.İnalcık saptamalarından anlıyoruz.  15.yy’ın başında 124.251  olan  ada toplam nüfusu, 1562‘de  165.050’e  yükselirken  1562 ‘de  131.156‘a  geriler.

82 yıl süren Venedikli Dönemi’nde  nüfus çoğunluğunun Rum Ortodoks, azınlığın ise     Latin Katolik olduğu  1562 Kıbrıs  Sayımı sonuçlarıyla  ortaya çıkar.   

Nüfusun büyük bir kısmı eski  kölelerden oluşan  (serf) ve  evlilik sonucu  özgürleşen   francomates ya da lefteri‘lerden oluşur. Bu insanlar kölelikten ve zorunlu  angarya  rejiminden kurtulmuş olarak, tarımsal ürünlerinin %10-20’ini ‘’yeni senyör’’  konumundaki olan kiliseye  vermek zorundadır. O  dönem   Kıbrıs  adası’nda  yer alan toplam  813  köyün  567‘si  kilise  yönetimine  aitdir. 

Osmanlı yönetimi (1571-1878) serf–senyör rejiminde değişiklik  yaparak,  soydan soya  devreden ‘’sürekli kiracılık sistemi ‘’ni  benimser. Bu  karar ,üretimde  istikrarı korumaya  yönelik önemli bir karardır. 

Bu kararla, 1562‘de  300-350’e  düşmüş   olduğu  kestirilen Luricina nüfusundaki  azalma  durur. 1572 Sayımı’nda  27 haneden oluşan Luricina,  1643‘de 41  haneye  yükselir.

1572’de fethin daha  birinci  yılında  Luricina yerleşiminden  toplanan ve  4.030  akçeden oluşan yıllık  vergi,  Luricina’nın çok  yüksek  oranda vergilendiğini  belgeler.

Osmanlı’nın haraca dayalı  ‘’ağır‘’ vergi  yüküne karşı  çıkan ‘’1804  Ayaklaması ‘’ nda  Luricina’lılar da yer alır.  Ayaklanmanın kanlı  sonuçları hakkında elimizde  bir  bilgi  bulunmuyor. Ancak her ayaklanma sonrasında egemenlerin vergileri daha da ağırlaştırdığı bilindiğinden, yüksek vergiden sakınmanın tek yolu din değiştirip egemenin dinini benimsemek  olmaktadır. 1881 kayıtlarında Luricina  köyünde   598  insan yaşar ve   ‘’artık’’ % 90‘ı  Müslüman’dır.  

1833 Tarım Sayımı’nda Türk ve Rum çiftçilerin  işledikleri  toprağın miktarı  hemen  hemen eşit çıkarken, şarap bağına sahip Müslüman nüfusun işlediği alanın Rum üreticilerin  iki  katından fazla olması dikkat çekicidir. Şarap üretmek iyi  kazanç    sağlamış olmalı ki, 50 yıl sonraki 1885 Tarım Sayımı‘nda  şarap bağları  8  kat  artar,  1.099 dönüme ulaşır. Müslüman olan bağ sahipleri bu mülkiyetin ağırlıklı sahibidir.

Osmanlı‘nın  300  yıllık  egemenlik  döneminde  Müslüman  olmayı  seçen nüfusun    %90‘a  ulaşmasına karşılık,  Luricina’da   kilise  yapımına  19.yy‘dan sonra devam  edilmiş, 1856 ve 1864’de köyde 2 yeni kilise  yapılmıştır.  Ayios   Andronikos   kilisesi ,1967  yılına  dek   hizmet  vermeye  devam  etmiştir.   

Köydeki ilk camii, kesin tarihi verilemese de, 1800‘li yılların sonunda inşa  edilir.    Köyün yaşlıları,  cami  minaresinin ise  1934‘de inşa edildiğini kaydetmektedirler.

Köydeki camii için köydeki insanların ‘’Burası önceleri bir cem eviydi‘’ sözleri    şaşırtıcı değildir. Osmanlı yönetimi tarikat mensubu derviş ve bektaşilerden  çekindiğinden, bu insanları Balkanlara ve Kıbrıs’a topluca yolladığı bilinmektedir.Cumhuriyet’in ilanı   sonrası, 1926‘da  tekke ve  zaviyeler  kaldırılınca, bu  dervişler  bir yaşama alanı (lebensraum) olarak gördükleri  Kıbrıs  adasına  bu  kez   ‘’gönüllü’’  olarak   göç ederler. Yerleştikleri  köylerden  biri Luricina ( Akıncılar) olur. 

Türkiye,1923’de imzalanan Lozan Anlaşması’nın 21.maddesiyle Kıbrıs üstündeki tüm haklarından vazgeçtiğini bağıtlar. Ada‘’kiralık‘’ iken, resmen İngiliz  Kırallığı  Kıbrıs kolonisi  (1925-1960) olur. 1960 Sayımı‘nda  Luricina  nüfusu  1550  ve  Rum  asıllı nüfus   ‘’sadece’’ 3‘dür. Sonraki 3 sayımda  köyde herhangi bir  Rum nüfus  tesbit edilmeyecektir.

1960 sonrası ada  genelinden başlayan Türk asıllı Müslüman göçüne

Luricina halkı  ‘’itibar etmiyor’‘. Köyün nüfusu 1963 Olayları’na  dek 1000  civarında kalır. 1963  Olayları sonrası çekim merkezi olma özelliğiyle Luricina çevre  köylerden  önemli oranda  göç  alır .      

1973 Nüfus Sayımı’nda köyün nüfusu 1963 olarak belirlenirken, 1996‘da  512‘ye ve  2006‘da 462‘ye geriler. 1974’deki Türk Barış Harekatı  sonrası köy  Yeşil Hat ve  Tampon Bölge’nin  güneyinde kalsa da, Rum –Yunan güçlerine  teslim olmaz. Zira 1.Türk Barış Harekatı’nda burası ''unutulmuş'', ancak 4.tamamlayıcı adımda  ,16.8.1974’de saat 18:00'de alınmıştır. Larnaka’daki Piedrides Müzesi'nde yer alan haritada şöyle not düşüldüğünü görüyoruz: Luricina  ateşkesten sonra  zorla  alındı...      

Köyün mücahitleri, TSK  yönetimine konumlarını anlatıp, Akıncılar’ın  KKTC sınırı içinde kalmasını sağlarlar. Ancak coğrafi anlamda Kuzey Kıbrıs Türk egemenlik bölgesi dışına düşmüş bir  ‘’yarı – askeri  bir  köy‘’  konumuna dönüşür. Nüfusun büyük bir kısmı köy yerleşiminin kuzeyindeki Akdoğan’a  ve Akçay  köyüne  göçer.  Yaklaşık 300 Luricina’lı   ‘’israrlara  karşın‘’ topraklarını bırakmaz ve köyde yerleşik kalır ve günümüz  nüfusunun  çekirdeğini  onlar  oluşturur.        

1958‘de Gaziler /Piroyi köyünde yaşayan Türk asıllı  nüfusla anlamlı dayanışmasıyla  köy halkını ölümden kurtarması sonrası Türk akıncılarından esinlenme olarak köye  ‘’Akıncılar’’  adı verilir. 1964’de 172 nüfuslu  Kıbrıs Türk köyü olan Arpalık köyünün Rum enonis güçlerinin saldırısına uğraması sonrası Akıncılar’dan çıkma mücahitlerin düzenlediği harekat sonucu kurtarılır. Arpalık köy halkının tamamı Akıncılar’a nakledilir.

1974 Harekatı sonrası güney Kıbrıs’ta yerinden edilmiş  Kıbrıs Türklerinin kuzeye  geçişinde ev sahipliği yapan yine Akıncılar köyü olur.  ‘’Karşılıksız’’  olarak  bakılan/ barındırılan Kıbrıs Türkü’nün sayısını  yazar İsmail Bozkurt ‘’onbinler‘’ olarak ifade etmektedir. 

Akıncılar,İnkişaf Encümeni statüsündeki en büyük  Kıbrıs  Türk  köyü olarak, 1958-1974  döneminde  toplumlar arasındaki çatışmaya varan çalkantılı ortamda   bir  ‘’dayanışma simgesi ‘’dir. 

26 Temmuz 2020‘de Luricina  köy halkı  bir geçit noktası için eylem yapar. ‘’Tüm Dünya Ay’a Çıktı, Biz Luricina Dışına Çıkamadık‘’ pankartı, köyün yalıtılmış ( izole )konumunu  özetlemektedir.Bu köyde yaşamış olan ve Avrupa Parlamentosu  Kıbrıs Cumhuriyeti  üyesi Prof. Niyazi Kızılyürek'in ''Hayalet Köy Nasıl Kurtulur '' yazısında bu yerleşimin ölen bir köy olduğunu, acilen komşu Rum köyleri olan  Limya, Bodamya ve Kiracıköy'e bir geçit noktası(check point)açılmasını talep eder (Yenidüzen,25.08.2019). 

SONSÖZ YERİNE İLKSÖZ

Sosyoloji toplumları genelde ‘’gesellschaft’’ (toplum)) ve  ‘’gemeinschaft’’ ( kavim  ) üstünden yorumlarken, toplumun ‘’anonim/saydam kurallar’’ üstünden işlediğini  varsayar. Sınıf/tabaka gibi ayrımlar konu  edilmez, çünkü  toplumun saydam kurallar üstünden makine gibi işlediği varsayılır. Oysa bu çok  ‘’steril bir yöntem ‘’ dir. Ben ‘’ steril olmayan‘’ yöntemle 20.yy’da  ‘’yabancılaşma’’ olgusunun insanla insan arasında inşa edilen duvarlarla  toplumların  ‘’kamusal özgürlük alanı‘’ oluşturmasını önlediğini söyleceğim. Zira yabancılaştırma,toplumun bir kısmını öteki’leştirerek bir ‘’kimlik  siyaseti’’ uygulamaktadır.

İşte burada  Akıncılar ‘ın öznesi olan insanları adına sormamız  gereken 2 soru var :

1-Laik olan Kıbrıs Türk toplumunda ‘’dine sadakat ‘’ ölçütünü  koyarak   Akıncılar insanına hem akademik yazında, hem de günlük dilde  pamuk ipliği yakıştırmasıyla ‘’burun bükme‘’ davranışını nasıl yorumlamak gerekir ? 

Laisizm din ve devletin maddi bağını koparmasının çok ötesinde, bireyin özgürlüğünü temel alır. Laisizm, idari veya yasal düzenlemelerle değil, toplumun  somut eylemiyle savunduğu bir olaydır. Bilerek ya da bilmeyerek Akıncılar’ın siyaset sosyolojisi deyimiyle yabancılaştırılması / ötekileştirilmesi, laik Kıbrıs  Türk  toplumu için laikliğin  yok sayıldığı  bir eylem haline  getirir.         

2-Toplumsal dönüşümün yaşandığı 1958, 1964 ve 1974  Olayları’nda olağanüstü  bir duruş göstermiş  ve gerçek bir ‘’akıncı beyi‘’ olmayı   kanıtlamış olan Akıncılar insanının  eylemlerini  ‘’yok sayma davranışı’’ nereden kaynaklanıyor ?

Luricina / Akıncılar’da tam bir  dikotomi (çatışkı) hali Ile karşı  karşıyayız: Bir yandan ‘’dine pamuk ipliğiyle  bağlı duruşlar’’ türünden eleştiriler, öte yandan  ‘’Kahraman Akıncılar Halkı‘’bu iki önermenin  birbirinin yerine konulmazlığını gösterir. Toplumsal söylem, birinci önermeyi ikincisine yeğleyerek  özgürlük eyleminin   ‘’boş’’ bir söylem olduğuna dair bu ‘’yıkıcı öğeye’’  kendisini inandırmaya çalışmaktadır. Filozof Bernard Russell bu yıkıcı olguya dikkat çeker, bu nedenle ‘’Russell Paradoksu‘’ adıyla anılır.   

Kanımca, toplumsal söylem özgürlük eylemini sıradanlaştırarak, toplumsal geçmişleri konusunda kendilerini ‘’aklama’’ yoluna girmektedir. Böylece ‘’mediokratik eylem’’( sıradanlaştırma) toplumun  gündelik davranış kodu  haline  getirmiş olurlar. Özgürlük için gerçekleştirilen  kahramanlık olgusu bununla önce dağlanır, sonra unutturulur.

Adına devlet dediğimiz siyasal erk,  yasal  ve idari  düzenlemlerle bu oluşumu fiziki  alanda yok edince, kamusal özgürlük toplumun gündeminde yer etmeyen bir  başlık haline indirgenir.

700 yıllık yazılı  geçmişi olan Luricina / Akıncılar  için bilerek / bilmeyerek yapılanlar budur…. 

‘’Dünyayı Bugünde Sevmek ‘’ Prof.Dr.Fatmagül Berktay‘ın çalışmasının adı olduğu gibi, aynı zamanda  bir  toplumsal diktum (toplumsal yönerge)‘dir.

Bu diktum ‘’amor mundi’’ ye (dünya sevgisi) dayanır.   Kavramın isim sahibi feylozof Hannah Arendt (1906-1975) dayatılan kimlikler yerine, dayanışmayı, kimliklerimiz  arasında  dolaşabilme özgürlüğünü   ve dünyaya ihtimam göstermemiz konusunu, bir dünya sevgisinden geçtiğini gösteren bir çiçek dürbünü(kaleydoskop) oluşturmamızı önerir.

Kıbrıs Türk  etnisitesini Akıncılar / Luricina insanı  üstünden okumamız halinde, bu   bize Dünyayı Bugünde Sevmek gerektiğini öğütlüyor.Yazılı ve sözel  dilde,  aşağılayan/ dudak büken bir deyimlendirmenin  sonlanması kaçınılmaz oluyor.

Farklı ve çok  özgün bir varlık olan Akıncılar’ın son 100 yıllık geçmişinde  gösterdiği  olağanüstü  duruşunun simgesi olarak siyasal erke çıkan bir  ‘’ görev kağıdı ‘’ var : Devlet, Akıncılar’ın tüzel kimliğini koruyacak yerel yönetim yapılanmasını (belediye)korumak zorundadır. Ulaşım esnekliğini ve iktisadi hareketliliği yaratmak adına güneye  bir ‘’geçit noktası‘’  açmalıdır.

Dünyayı Bugünde Sevmek bedelli bir eylem, bu  bedeli  ödemeye hazır olmamız gerekiyor.

Kant’ın ‘’toplumsal ortak duyu’’suna (sensus communis) başka türlü ulaşmanın yolu yok zaten…    

Yaşar Kemal usta Ağıtlar’da şöyle diyor(…)Dünyanın erişilmez tadı, sevinci, vazgeçilmezliği  de her şeyden üstündür.

Karadeniz'in İlk ve Tek Ekonomi Portalı

Okumak İçin Resimlere Tıklayınız.
Kapat
× Anasayfa Abone ol Tüm haberler Ekonomi Bölgesel Şirketler Gündem Belediye Sektörler Politika e-Dergi e-Gazete Web TV Künye Karadeniz sohbetleri Yazarlar